"Nilgün, karakteri kısaca anlatılacak ve şahsiyeti kolayca belirtilecek kadınlar arasına sokulamaz. Kendisiyle haftalarca bir vapurda seyahat ettim; aylarca bir dam altında kaldım; tam iki sene hasretini çektim; aklım hep onunla meşguldü. Seviştik, nişanlandık, ayrıldık, tekrar karşılaştık. Bütün bu yakınlıklar ve uzaklıklar, ayrılıklar ve buluşmalar sonunda Nilgün bir muamma olmakta devam etti."
English - Turkish - English - 65.000’e yakın eş anlam - Sık kullanılan İngilizce sözcüklerin eş anlamlı karşılıkları - Girişi yapılan İngilizce sözcüklerin türkçe karşılıkları - Kolay okunabilir görsel içerik dizaynı
Fuzûlî, kendisini öyle bir âşık görür, öyle bitkin bir halde tasvir eder ki...
Gözyaşı habbaleri içinde yüzmede, derd ülkesinin sergerdanı. Kim onu isterse lâle renginde katre katre gözyaşlarını izleyerek bulabilir. Dudağı şirin dilberler zevkiyle asrın ferhadı.Kendisine atılan ve yanında toplanmış olan kınama taşları da Bîsütûn’u. Yakuttan değersiz değildir. Ciğer kaniyle boyandıkça kadri, kıymeti artmadadır.
Gam kafilesinin kervanbaşısıdır, mihnet ve elem sahrasının yolcusu. Hiç kimseden aşağı değildir. Padişah gibi bir fakirdir, muhteşem bir yoksul. Yürüyüp giden tahtı, gözyaşıdır, bayrağı, ah! Bela ve derd, yanından ayrılmayan kullarıdır, cefa ve cevir, adamları. Ne mala mülke memnun olur, ne maldan mülkten ayrılsa mahzun. Müflistir, aşağıdır fakat kendisini Kaarun sanır. Gönlünde vefa definesi vardır, gözünde akıp duran la’al ve inci hazinesi. Ne felek onun dileğince döner, ne kendisi isteğine erişir.
Reşat Nuri Gültekin’in, Anadolu’nun sosyal ve kültürel hayatıyla ilgili çeşitli gözlemleri. Yazar, Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişliği sırasında, uzun yıllar boyu Anadolu’da yaptığı gezilerin sağladığı gözlemlerinden bir bölümünü bu kitapta toplamıştır. Özellikle Anadolu’da sık sık rastlanan tuluat tiyatrolarına da değinilen kitap, yazarın çeşitli yazılarından oluşuyor.
Yunan ve Roma mitolojisinin okurla en etkin buluşması 1855’te Thomas Bulfinch sayesinde olmuştur. Bulfinch’in en büyük dileği, üstün bir yaratıcılığın eseri bu muhteşem öyküleri herkes için keyifli kılmaktı, çünkü ona göre "mitoloji bilgisi olmadan, kendi dilimizdeki o zarif edebiyatın bile çoğu ne anlaşılır, ne de takdir görür." Buradan hareketle, yazarın mitolojik hikâyeleri tutarlı bir bütünlük içinde, şiir ve resim sanatından örneklerle süsleyerek ahenkli bir üslupla anlatması, eserinin nesiller boyu geniş kitlelerce kabul görmesinin en büyük nedenidir.
Klasik Yunan ve Roma Mitolojisi, Olympos tanrıları hakkında ayrıntılı ve ilgi çekici bilgilerin yanı sıra Cupido ve Psykhe’nin aşk hikâyesi, Troya Savaşı ve Odysseus’un epik yolculuğu gibi kahramanlık öyküleri ile Homeros, Ovidius, Vergilius, Lord Byron ve Milton gibi klasik şair-yazarlardan alıntılara da yer veren zengin bir içerik sunuyor...
Türk Sanat Müziği'nin en sevilen, eskimeyen eserleri güfteleri, söz yazarları ve bestecileri ile birlikte sunan Hep O Şarkılar zengin içeriğiyle ilgilenen herkes için bir başucu kitabı…
'Yaprak Dökümü'nde Reşat Nuri Güntekin, bir memur ailesinin gelir darlığı ve ahlak düşkünlüğü içerisinde parçalanıp çöküşünü, ustalıklı bir dille anlatıyor. Toplumsal yönü ağır basan bir roman. Eski görenek ve ahlak anlayışına bağlı kalan bir küçük bürokratın, değişen sosyo-ekonomik koşulların berillediği yeni hayatını yadırgaması başarıyla sergileniyor.
Irmağa giden yol, kasabadan kurtulunca, göz alabildiğine uzanan sayısız şeftali bahçeleri arasından geçerdi. Haziran içinde bile taşkın dere ayaklarının çamurlu, ıslak tuttuğu bu gölgeli yerlerde otlar bütün bir yaz mevsimi yeniden yeniye sürer, kızgın güneş, ağaçların tepelerinde meyvaları pişirirken, rutubetli toprakta birbiri arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı. Suların serinliği, taze ot kokusu, gölgelik ve bereket içinde bahar, bu bahçelerde ta kışa kadar uzanıp giderdi.
“…Cenevizliler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler, Türkler, Kürtler, Iraklılar, Siyahlar ve Translar isyan etme noktasına gelmiş. Kurtuluş çok bozulmuş. Suriyeliler basmış muhiti. Üstelik Suriyelilerin gelişinden daha bir ay geçmeden hırsızlık, uğursuzluk, âlemcilik, gasp ve fuhuş başlamış semtte...”
“...Kendisine taşınacak bir semt arıyordu Barış. Adalara gelmek en çok istediği şey olsa da, kış tarifesi vapur saatleri mesai saatlerine bir türlü denk gelmiyordu. ‘Kurtuluş olabilir o vakit,’ dedi. Her kültürün iç içe yaşadığı bir semt çok cazip geliyordu medeni bir insana neticede.
‘Olmaz oğlum,’ dedim pişkin pişkin... ‘Kurtuluş çokbozuldu, başka semt bulalım sana.’
‘Şaşırdım bu söylediğine,’ dedi.
‘Daha yeni sordum Pakrad Abi’ye, Kurtuluş harika bir semt dedi.’
‘Nesi harika be!’ dedim; demez olaydım...”
Hayko Bağdat, kimsenin kimseyi beğenmediği yurdumuzda yeni kitabı Kurtuluş Çok Bozuldu ile kahkaha ve gözyaşını aynı satırlara sığdırırken, uzun yıllar yerini kaybetmeyecek bir çentik de atıyor edebi hayatımıza...
O dükkana ne açılsa tutmadı cümlesindeki “dükkân” gibi bir insanım. Alışmakla kabullenmek arasındaki o ince çizgide çömelmiş bir halde… Bazen kendimi aşure götürdüğüm komşularımızın kaçının kâseyi geri getirdiğini sayarken falan buluyorum. Öyle bir testosteron saçmalaması bendeki. Kâse demişken, Melahat Abla hiç geri getirmiyor kâselerimizi! Geçen gün irmik helvası götürdüğüm kâseyle bize sütlaç getirip kâseyi geri istedi. İki saat anlattım, bir kâse hakkında ne kadar uzun konuşulabilirse o kadar uzun konuştum. Ama kâseyi kurtaramadım, Melahat yine kazandı.
Neymiş efendim; iyi şeyler düşünelim ki iyi şeyler olsunmuş, hayır abicim; önce iyi şeyler olsun, sonra iyi düşünelim.
Bu arada edebiyat dünyasına yeni bir soluk getirmekten ziyade edebiyat dünyasına tavla, okey takımı, oyun konsolu, disko topu gibi şeyler getirme peşindeyim. Arz ederim.
Sarı Paşam, yirminci yüzyılın en büyük lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün çocukluğuna, gençliğine, psikolojik ve düşünsel köklerine yapılan derin ve büyülü bir yolculuğun gerçek hikâyesidir. 1800’lü yılların sonudur... Osmanlı İmparatorluğu, emperyalist bir kuşatmayla çevrilmiştir. İstanbul’da Sultan II. Abdülhamit nefes aldırmayan bir istibdat düzeniyle tüm dizginleri ele geçirmeye çalışmaktadır. Selanik’te vatansever, özgürlükçü subaylar gizli bir cemiyet kurmuş, ihtilal hazırlığı yapmaktadırlar. Jön Türkler Avrupa’da çalışmalarını sürdürmekte, İttihatçı fedailer içeride kan dökmeye devam etmektedirler. Mustafa Kemal, bir taraftan geleceğini hazırlarken diğer taraftan vatan ve hürriyet mücadelesi vermekte, bazen de aşk acısıyla yanmaktadır. Bu kitap sizi geçmişte bir yolculuğa çıkaracak: Önce Mustafa Kemal’i tanıyacaksınız bu yolculukta; hiç bilinmeyen özelliklerini öğreneceksiniz; gerçekleşecek çocukluk düşlerine tanık olacaksınız. Onunla Manastır, Selanik, Şam ve İstanbul arasında gidip geleceksiniz. Sonra, Jön Türklerle ve İttihatçılarla tanışacaksınız: Enver, Talat ve Mithat Şükrü’yle Selanik’in arka sokaklarında bir evde yapılan vatan ve hürriyet konulu gizli toplantılara kulak misafiri olacaksınız. Teğmen Atıf ve Yakup Cemil’le silahların gölgesinde çatışmaya girecek, icabında "yarıp çıkacaksınız!" Ve sonra Sultan II. Abdülhamit’i tanıyacaksınız; Padişah’ın gizli dünyasının kapılarını ardına kadar aralayacak; duygularını, düşüncelerini, kaygılarını, korkularını, doğrularını ve yanlışlarını öğreneceksiniz. Yıldız Sarayı’nın büyük salonunda Padişah’la diz dize oturup konuşacaksınız!
Türkiye’de “radyo” denilince ilk akla gelen isimlerden biridir Nihat Sırdar…
Yıllardır en çok dinlenen ve en çok sevilen programlar onun eseridir.
Nihat Sırdar’ın radyoda yaptığı ilk programı dinleyemedim ama ilk kitabının heyecanına tanık oluyorum. Eminim ki, o ilk programı dinleyenler, geleceğin başarılı bir radyocusuna kulak verdiklerinin farkındaydılar. Sırdar’ın ilk kitabını okuyanlar da, yazın dünyası için aynı düşünceye sahip olacaklar.
Elinizde tuttuğunuz “Bir Nihat Sırdar Kitabı”…
Ve 35 numaralı otobüs, içine sizi de almak için kapılarını açıyor…
Sunay Akın
Nihat Sırdar ilk kitabı Otuz Beş’i Beklerken’le hayatı ıskalamayan bir dille İstanbul’un o eski sokak aralarında dolaşıyor, dükkan önlerinde top koşturup misket oynayan çocuklarla zamanın uçuculuğuna keskin bir parantez açıyor. Söyleyecek bir sözümüzün her zaman olduğunu hissederek yapıyor bunu.
Artık Kocamustafapaşa 35 C Taksim tabelalı otobüse atlayıp Nihat Sırdar’la zamanda bir yolculuğa çıkma vaktidir. Yitip giden zamanda ülkece neleri geride bırakıp nereye doğru yol alıyoruz bir de onun hikâyelerinden dinleyin…
“Evet sana çok kızdım, çok kırıldım, bazen de çok özledim seni. Ama biliyor musun, günler geçtikçe tüm bu karmaşık duygular yerini sadece minnete bıraktı. Çünkü sen beni karanlık bir dünyadan çekip çıkardın, dünyanın harika renklerle dolu muhteşem bir yer olduğuna inandırdın, her şeyden önemlisi kendime inanmamı sağladın. Sadece bunun için bile sana çok şey borçluyum, sana hayatımı borçluyum...”
Şu koca dünyada bazen kendini yapayalnız hisseder, sığınacak bir liman, sıcacık bir insan nefesi arayıp durursun... Sonra birden, tam da ümidi kesmişken, hayat yolunda tek başına kalmış ve beklemekten yorulmuşken, koca ömürden vazgeçmeye hazırken; işte tam da o sırada gerçekleşir mucize... Hiç ummadığın yerden gelir... Artık ümidi kestiğin anda, kimseye verecek hiçbir şeyinin kalmadığını düşünüp yıllardır biriktirdiğin hazinelerini kilit altına aldığın anda çıkagelir...
Bir gün kapın çalar ve sen heyecanla yerinden sıçrarsın. Gözyaşlarını, tüm kötü anılarını, birikmiş hayal kırıklıklarını ardında bırakır ve kapıya uzanırsın.
Doğanın güzelliği ve çeşitliliği resim sanatını etkilediği kadar fotoğraf sanatını da etkilemiştir. İster amatör ister profesyonel olsun her fotoğrafçı gizemli bir ışıkla aydınlatılmış o muhteşem doğa manzaralarını fotoğrafa aktarmak ister.
Prof. Dr. Özer Kanburoğlu (AFIAP), Dijital Fotoğraf Akademisi serisinin ikinci kitabı olan Manzara Fotoğrafları Nasıl Çekilir? ile manzara fotoğrafı çekimlerinin temel özelliklerine ve teknik anlamda dikkat edilmesi gereken tüm konulara değinerek her düzeydeki fotoğrafçının anlayıp uygulayabileceği ipuçları sunuyor.
Işık ve alan derinliği nasıl kontrol edilir? Sınırsız netlik tekniği nasıl uygulanır? Bakış noktası ve objektif odak uzaklığı nasıl seçilir? Kompozisyon kurulurken hangi noktalar göz önünde bulundurulur? Gündönümü ve kar manzarası fotoğrafları çekme teknikleri nelerdir? Uzun pozlandırma / Kızılötesi / HDR tekniği fotoğrafları nasıl çekilir? Çekim sonrası fotoğraflar nasıl işlenir? Tüm bu soruların cevabı ve daha fazlası, örnek fotoğraflarla bu kitapta.
Birey olarak her insan, ister kabul etsin ister etmesin birbiriyle müzakere içindedir. Yaşamın her alanında her an herkesle anlaşmazlığa düşebilirsiniz. Bu noktada, karşınızdaki kişi veya kurumu istekleriniz doğrultusunda düşünmeye ikna etme çabasında olacaksınız. Peki, müzakere dediğimiz ikna edebilme sanatının incelikleri hakkında ne kadar bilginiz var? Kişileri veya olayları istediğiniz gibi yönlendirip alacakları kararlarda nasıl etkin olabileceğinizle ilgili müzakere tekniklerini biliyor musunuz? Babruka’da gündelik yaşamda içine düştüğünüz birçok anlaşmazlığı nasıl çözebileceğinizin cevaplarını bulacak ve liderlikte yukarı çıkmak için müzakere becerisinin ne denli önemli olduğunu anlayacaksınız.
“Hatalar yaptım, kontrolümü kaybettim ve çekilmez biri oldum bazen.
Ama tatlım, en kötü zamanlarımda beni idare etmezsen, en iyi zamanlarımda yanımda olmayı da hak etmezsin.” Marilyn Monroe
“‘Nefes alamıyorum,’ dedim terleyen avuçlarımı birbirine sürterek. Manikürüme takıldı gözüm. Eskiden yenmiş tırnaklarım, kan oturmuş tırnak diplerim vardı benim. Eskiden ne ellerim parlardı böyle, ne saçlarım ne de gözlerim… Eskiden... Ben, benken.”
Çirkin ördek yavrusu Aydilge tüm ülkenin adından bahsettiği Türkan Lokum olunca mutluluk ona altın tepsiyle mi sunuldu? Yoksa güzelliği on para etmedi mi Mert’i onu sevmeyince?
Türk Lokumu, modern ve acayip bir Külkedisi romanı. İnsanların aşk, para, hırs ve tutku için neler yapabileceğinin şaşırtıcı öyküsü!
F. Scott Key Fitzgerald’ın klasik eseri Muhteşem Gatsby, 1920’lerin Amerikası’nda yaşanan ihtişamlı hayatların, sükseli partilerin, dans, müzik ve eğlencenin anlatıldığı, ardından Büyük Buhran’la birlikte foyası ortaya çıkmaya başlayan Amerikan rüyası idealinin de eleştirildiği gerçekçi bir romandır.
Gatsby, sahte Amerikan rüyasının parlak bir kahramanıdır. Long Island’daki villasında şaşaalı partiler düzenler. Tek hayali I. Dünya Savaşı öncesi âşık olduğu kadının karşısına çıkıp onun kalbini yeniden kazanmaktır. Ancak Gatsby’nin hayatının aşkı Daisy artık evli ve çocuklu bir kadındır. Buna rağmen pes etmeyen Gatsby bir rüyaya dalar ve gördüğü bu rüya gerçeklerle kesiştiğinde her şey değişir.
Gatsyby’nin rüyasının çöküşü, Amerikan rüyasının da çöküşüdür aslında.
denizin altında boğulan bendenizin üstünde yürürüm
kurumuştur içimdeki nefret gölüaraf’ta hapisken
ve gelir beni kurtarırgüneşin oğlu
zeynep yasmin’in sevgiyle yazdığı dizeleraraf’ın ışığı’nda sizlerle buluşuyor.
"1.85 boyunda, buğday tenli, geniş omuzlu, dolgun dudaklı, kara gözlü ve muhteşem gülümsemesiyle karşısındakinin soluğunu kesen, delicesine sevdiğim bu adama nasıl hayır diyebilirdim ki!"
En mutlu gününde hayatının erkeğiyle nikah masasına doğru ilerlerken bunları düşünen Lara, yaşadığı bu rüyanın 2,5 yıl sonra kabusa dönüşeceğini nereden bilebilirdi! Yoksa ilişkilerinin en başından beri kocası olmasını istediği Ege'nin "doğru erkek" olmadığını içten içe biliyor muydu?
10 yıl birlikte olduğu adamı terk ettikten sonra tüm hayatı bir anda değişen reklamcı Lara bir yandan asılan erkekler, kıskanç arkadaşlar, işgüzar patronlar ve içindeki kadınlarla uğraşırken, diğer taraftan hem muhteşem aşka ulaşmaya hem de boşanma travmasını atlatmaya çalışıyor.
Boşan da Gel, genç yaşta boşanan güzel, kariyerinde başarılı bir kadının geçirdiği ruhsal değişimin sonunda aslında yaşadığı hayatın onu mutlu etmediğini fark etmesini ve "gerçek" Lara'yı bulmasını mizahi bir dille anlatıyor.
Franz Kafka’nın kült eseri Şato, modern dünya edebiyatının öncü metinlerinden biridir. Yazarın 1921-1922 yılları arasında yazmaya başladığı, ancak bitirmeden bıraktığı roman ölümünden sonra arkadaşı Max Brod tarafından 1926 yılında yayımlandığında eser tüm dünyada ilgi uyandırmış; farklı felsefi, politik, teolojik okumalara kapı aralamıştır. Katmanlı yapısıyla ve sembolik biçemiyle birçok yazar ve düşünürü derinden etkileyen Şato, modern dünyada yalnızlığa ve çaresizliğe direnmeye çalışan insanı çarpıcı bir şekilde resmetmeyi başarmıştır.
Kadastro memuru olarak yabancısı olduğu bir köye giden K.’nın serüveni, iktidar aygıtının işleyiş mekanizmasının metaforik bir dille anlatıldığı bitimsiz bir mücadeledir. Franz Kafka, K.’nın yaşadığı sürüncemede şato aracılığıyla iktidarın görünür fakat erişilemez yüzünü ustalıkla cisimleştirir. Şatoya giderek içine düştüğü karmaşadan kurtulmak isteyen K.’nın karşısında her seferinde başka bir bürokratik engel belirir. “Şato”ya ulaşmak artık bir varoluş mücadelesidir.
Yıl 1856. Osmanlı Kırım Harbi’nden yeni çıkmış; ilk gazete, ilk banka gibi gelişmelerle yüzünü Batı’ya çevirmeye başlamış; Yeniçeri Ocağı dağılmıştır.
Bir yanda savaşın yaralarını sarmaya çalışırken diğer yanda da sarayın gereksiz harcamaları yüzünden borç batağına saplanan Osmanlı’nın başkentinde, halk bambaşka bir sorunla yüz yüzedir: Yangın!
Yağmacı tulumbacılardan korunmak için mahallelerinin tulumbacı sandığına maddi manevi destek veren Hasan Aziz Bey ve eşi, köşklerinde çıkan yangında yaşamlarını yitirirler.
Gönül yarasını unutmak için Kırım Harbi’ne giden Hasan Aziz Bey’in oğlu Ali Sait, harpten döndüğünde hem ailesini hem de evini kaybettiğini görür. Babasının başladığı işe sarılarak mahallesinin tulumba sandığını yeniden yapılandırmaya çalışır. Ama bir amacı daha vardır: Ailesinin katline neden olan yangının gizemini çözmek.
Saraya kadar uzanan entrikalar zincirinde Ali Sait ve arkadaşlarını nefes kesen bir macera beklemektedir. Peki ya Ali Sait tulumbacı arkadaşlarıyla yanan köşkleri söndürürken gönlündeki yangına dur diyebilecek midir?
"Geçmişim, geleceğim içerisinde kazılmış derin bir kuyuydu. Bu kuyudan çıkmam için ancak Yusuf olmam gerekiyordu. Bunu başarabilirsem sonsuzluğu da geçebilirdim. Bu andan sonra da imkânsız olarak addedilen ne varsa hepsini mümkün kılabilirdim. Ancak biraz daha ölmemem gerekiyordu. İşte onun ne sınırı, ne de mümkünâtı vardı."
Hangi deney gerçek aşkı yüreğin hafızasından silebilir ki?
Bir kadın, üç adam… dört ayrı yürek. Serap, Celal, Pars ve Doktor.
Kimi aşk, kimi aşk kisvesi altında intikam, kimiyse akıldışı deneylerin objesi olarak yüreğine yerleştirir Serap'ı. Herkesin bir planı vardır.
Bu romanda iyilerin yüzü kötülüğe, kötülerin yüzü beyaza boyalıdır. Bazıları portakal, bazılarıysa kurumuş kan kokar. Tüm bu intikam planları sadece Serap'ı elde etmek için mi, yoksa Serap sadece bir maşa mı? Peki, Serap bu hikâyenin neresinde?
Celal, aşkı için hayatını tamamen değiştirmiştir; ama bugünü değiştirse de geçmişi ve geçmişin şekillendireceği geleceği değiştirebilir mi? Ayın karanlık ve aydınlık yüzü gibi tek bedende iki ayrı hayat yaşayan Pars, kişisel hesaplaşmalarında Serap'a hangi yüzünü dönecektir? Sevdiği kadını bir türlü elde edemeyen Doktor, sinsi bir yılan gibi kaç hayatın içine akıtacaktır zehrini? Freud mu haklıydı yoksa Jung mu? Peki Gazali bu romanın neresinde?
Mustafa Becit'ten hayatın içinden karakterlerle kurulmuş bir olay örgüsünün aksiyon, intikam, aşk, felsefe ve hatta biraz delilik dolu, bir solukta okuyacağınız çarpıcı anlatımı…Artık, köpüren hayatın sağanaklarında sancıyan bir namluya şakağınızı uzatma vaktidir…
"Acılarla baş etmenin en güzel yolu onu kabullenmektir. Olanca zorluğuna rağmen kadere boyun eğmek, isyan etmemek; isyan demek kaçış demek, seni terk eden annene… Oysa bu o kadar zordur ki. Altı yaşında henüz tırnaklarını bile kesemeyen bir çocuk için dünya o kadar büyüktür ki, o köyün en son çitini aşıp annene gitmek, o yolu bulmak, o bilinmezlik, o korku, o yollar o kadar karmaşıktır ki, her seferinde gözün yaşlı, kaçtığın yere dönersin. Annem kararını vermiş, 'Oğlum gitsin buradan, sahipsiz çoban olmasın bu köyde,' diye."
Bu kararı veren bir anne için mi yoksa yetim bir çocuk için annesinden, yuvasından ayrı düşmek mi daha acıdır, zordur? Yetimhaneden Hikâyeler'de yuvalardan yetiştirme yurtlarına uzanan bir yaşamın kahramanı küçük bir çocuğun yaşadıklarına; ona yaşatılan dünyayla nasıl baş ettiğine ve bu dünyanın içinde nasıl ayakta kaldığına tanık olacaksınız.
Öyle bir düş ki yüreğinin uçurumundan, elinden tutamasın kimse. İzin verme! Sal kendini en derinlere. Umursamaz ol kimi zaman, kimi zaman da mangal yürekli bir matador.
Öyle sal ki kendini en derinlere… Namusun, onurun, şen şakrak kahkahaların, kızgın çığlıkların ve ‘kadınlığınla’ hatırlan…
Eğer bir kadın iki erkeği birden seviyorsa, işte o zaman aşk en acı oyununu oynuyordur kalplerde…
Özgür darmadağın olmuş duyguları ve umarsızca atan kalbiyle iki erkeğe birden tutulmuştur. Biri üniversite aşkı Kenan, diğeriyse kendisinden yaşça büyük, evli ve iki çocuk babası Mazhar’dır. Bedeni ve ruhu durmadan bu iki erkeğe sürüklenir durur dalga gibi… Duygularının gelgitleriyle savrulan kalbiyse açmazlardadır.
Peki, özgürce atan bu kalbin gölgesindeki iki adamı bekleyen sonu kim, nasıl belirleyecek?Özgür’ü bekleyen gerçek sonu kim yazacak?
Gece, Geçmiş ve Düşlerimiz her sayfasını merakla okuyacağınız sıra dışı bir aşk hikâyesi…
Ya sizde her gece aynı rüyayı görseydiniz... Her seferinde tanımadığınız bir kadın zorla bir arabaya bindirilip kaçırılıyor ve muhtemelen öldürülüyor… Max her gece aynı rüyayı gören eski bir alkoliktir. Alkolü bıraktığından beri gerçek ile hayal arasındaki çizgiyi görmekte zorlanan Max, bu rüyanın anlamını çözmek içinrüyasındaki kadını bulmalıdır.Herkes rüyalarının gerçekleşmesini ister, ama Maxrüyası gerçekleştiğinde tek bir şey dileyecektir: Tüm bunlar keşke bir rüya olsa…”
Bir kadın, yedi beden…
Tüm imkânlarla başlayan bir hayat kaç defa imkânsızlığa sürüklenir? Ve bir kadın kaç defa yeniden ayağa kalkar? Her defasında kendinden bir şeyler kaybedip nasıl daha da güçlenir?
Nefeli, Nefi, Rahibe Gentille, La Grecque, Céléstine, Divine, Dada.
Bir kadın, yedi isim…
Entrikalar, savaş öncesinin şaşaalı günleri, savaşın kül rengi yüzü ve aşkın yedi bedeninde tutkuyla çarpan bir kalbin İstanbul, Paris, Atina üçgeninde asırlık serüveni…
Klio Etnopoulos, Aşkın Yedi Bedeni’nde geçmiş ile günümüz arasında duygu yüklü bir hikâyeyi oya gibi işliyor.
Dolce VitaHayatın seni yönettiğini değil, hayatı yönetenin sen olduğunu fark ettiğinde tadacaksın gerçek hazzı, mutluluğu ve daha sıkı sarılacaksın hayata! Aslında hayat fısıldıyor sana gerçeği… Ona dokun ve hisset, çünkü bu senin hikâyen! Hikâyen güzel olsun istiyor musun? O zaman sürekli evet diyerek başkalarının hayatını kolaylaştırmayı bırak… Yanlış kodlanmış düşüncelerde arama mutluluğu… Hayat zaten seni mutlu edecek kadar güzel… Neden mutlu olamıyorum diye kendine soru sormayı bırak! Hayatın güzelliklerini Dolce Vita ile keşfet…
Carpe DiemAnı yaşa esir olma İnsan kaybolur öncesiyle sonrası arasında. Bir tarafa anıları bir tarafa hayalleri doldurur, çoğalınca her ikisi mutlu olacakmış gibi. Ama sadece kaybolur. İnsan yer arar kendine. Dününü de bugününü de satın almak ister zamanlardan. Gider gelir sürekli geçmişten geleceğe. Ama sadece yer kiralar. Sahibi değildir düşündüklerinin. Ya bitmiştir ya da olmamıştır daha. İnsan en çok an’dadır, onu da an’lamaz. Bırakın geçmişi ve geleceği, Carpe Diem ile gerçeğin şimdide, an’da olduğunu keşfedin… An’dan uzaklaşıp geçmişe ve geleceğe esir olmaktan kurtulun… Aşkım Kapışmak danışmanlık seanslarında kullandığı etkili yöntemleri sizlerle paylaşmakla kalmıyor, zamanı etkin kullanmanın yollarını da anlatıyor.
Latin kaynaklı dillerin en önemlilerinden biri olan İspanyolca, İspanya'dan başka Amerika kıtasında Brezilya dışında tüm güney ve orta Amerika ülkelerinde, Meksika'da ve A.B.D.'nin bir bölümünde, İspanya'nın Afrika'daki eski sömürgelerinde ve Kanarya Adaları'nda, Uzak Doğu'da Filipinler'de konuşulmaktadır. Böylece İspanyolca, XV. ve XVI. yüzyıllarda İspanya'dan göçedip Anadolu, Suriye ve Filistin'e yerleşen Sefarditler de dahil olmak üzere, dünyada 200 milyondan fazla insanın ana dilidir. Çok zengin bir kelime hazinesine ve pekçok ülkede konuşulması nedeniyle geniş bir dil edebiyatına sahip olan bu dil, dünya edebiyatına da sayısız klasikler kazandırmıştır.
Hayatın seni yönettiğini değil, hayatı yönetenin sen olduğunu fark ettiğinde tadacaksın gerçek hazzı, mutluluğu ve daha sıkı sarılacaksın hayata! Aslında hayat fısıldıyor sana gerçeği…
Ona dokun ve hisset, çünkü bu senin hikâyen! Hikâyen güzel olsun istiyor musun? O zaman sürekli evet diyerek başkalarının hayatını kolaylaştırmayı bırak…
Yanlış kodlanmış düşüncelerde arama mutluluğu… Hayat zaten seni mutlu edecek kadar güzel…
Neden mutlu olamıyorum diye kendine soru sormayı bırak! Hayatın güzelliklerini Dolce Vita ile keşfet…
Issızlığının içinde en kalabalık yanındır aşk…
Sözcükleri uykusundan uyandır…Ne söylesen eksik kalacak bir yolculuktur kalbin yolculuğu.Yüreğine, gönlüne akan her şey mavi bir sessizliktir kimi zaman. Sessizliğin yorganını üstüne örtersin. Sıcak tutsun diye değil, seni korusun diye. Sözcüklerden bir ormanın olur kimi zaman. O ormanda kaybolmak, şarkılar mırıldanmak istersin. Ayağına dolansın istersin börtü böcek. Kuş seslerinden, rüzgârın uğultusundan, yaprağın hışırdayışından, karıncanın telaşından ince bir düş senfonin olsun istersin. Telaşla değil, incelikle kalbin yolunu adımlamak istersin. Düşlerinden yaşama sarkıttığın bir ipin olsun istersin. O ipe tutunmak ve kendi şarkını mırıldanmak istersin. Uzun sürsün, hiç bitmesin istersin kalbindeki uyku.
“Mutluluğa gelince... Büyük mutluluklar, büyük hüzünler... Büyük kavuşmalar, büyük ayrılıklar... Büyük umutlar, büyük hayal kırıklıkları... Hep oldu. Ama şunu gördüm ki: Kim olursan ol ya da kiminle olursan ol, bir insanı bedbaht eden devamsızlık değil, istikrarsızlıktır! Ve inan bana; istikrarsız bir katılımcıyla kıyaslıyorsan eğer, istikrarlı bir devamsız, bin kat daha iyi insandır.”
“Alkol kötü bir alışkanlıktır, ama bütün kötülüklerin anası olduğu kesinlikle doğru değildir. Hatta evrendeki kötülükler listesinde ilk üçe bile giremez alkol... Bütün kötülüklerin anası ne midir? Yalandır. Rakı içeni siroz eder, bilemedin öldürür. Yani zararı içenedir. Oysa yalanın zararı söyleyenden çok söylenenedir. Söyleyeni öldürdüğüne rastlamadım, ama söyleneni süründürdüğüne defalarca tanıklık ettim şu hayatta...”
“İhsan, ‘Konuşmak şart mı? İnsan birlikte susarak da mutlu olabilir... Hele böylesine mucizevi bir an yaşamışken,’ diye cevap verdi. Azize gülümsedi,
‘O zaman birlikte huzur içinde susabilenlere,’ diyerek kadehini kaldırdı.”
Candaş Tolga Işık’ın kaleminden sessizce ve kesintisiz bir şekilde yaşama teğet geçen anlar…
Pozitif bilimler arasında her zaman saygın bir yere sahip olan sosyoloji, zaman içinde dallanıp budaklanarak önemini her geçen gün daha da artırmıştır. Elinizdeki kitap bu çok önemli bilim dalının geçirdiği evrimlere dair küçük bir giriş niteliğinde. Sosyolojinin tarihi eskiçağdan Rönesans’a, rasyonel bir sosyoloji kavramının doğuşundan iyimser öğretilere, tarih felsefesinden romantik yazgıcılığa, psikoloji okulundan dinamik sosyolojiye dek uzanan pek çok alana yayılmış, neredeyse uçsuz bucaksız bir bilgiler deryası halini almıştır.
Sosyolojinin doğuşundan itibaren gösterdiği gelişimdeki önemli isimler, ulaşılan kavşak noktaları, merak eden okurları daha derin araştırmalara yöneltecek küçük küçük ipuçları, Cemal Süreya’nın özenli çevirisiyle kısa kısa, ama son derece anlaşılır biçimde aktarılıyor.
Fransızların libre pensee diye isimlendirdikleri özgür düşüncenin, bir başka deyişle “dine karşı düşünce”nin tarihi, inanışın tarihi kadar eskiye gider. İnanç sistemlerinin kurulmaya başladığı günlerde, doğal olarak bu inançlara karşı olan düşünceler de var olmaya başlamıştır.
Albert Bayet’in yazdığı gibi: “Düşünce haklarına ilişkin çok belirgin bir ayrım da, hiç kuşkusuz çatışmalar yaratma eğilimidir. Özgür düşüncenin tarihini yapan da işte bu çatışmaların art arda zincirlenişidir.”
Ruhban sınıfı tarafından yüzyıllar boyunca baskı altında tutulmaya çalışılan özgür düşüncenin tarihi Batı’da Rönesans’la birlikte değişmiş; Fransız İhtilali’nin ardından demokrasi kavramıyla birlikte düşünce özgürlüğünün de yayılması özgür düşünceyi iyice güçlendirmiştir.
Dine Karşı Düşüncenin Tarihi, insanlık tarihinin en önemli mücadelelerinden birini, özgür düşüncenin var olma savaşını ve her zaman var olacağını, meraklı okurları daha derin araştırmalara yöneltecek ipuçlarıyla birlikte, Cemal Süreya’nın özenli çevirisiyle okuyacaksınız.
Naylon Fiyaka adlı romanı okurken ne yalan söyleyeyim Zafer Ercan’a gıpta ettim. Benim hayalimde canlandırdığım birçok olayı o bizzat yaşamış, benim ancak roman sayfalarında karşılaşabileceğim suçlularla, o zengin insan çeşitliliğiyle yüz yüze gelmişti.
Hiç şüphesiz Naylon Fiyaka Türkiye’nin ilk narkotik polisiyesi olarak polisiye edebiyatımıza yeni bir ivme katacak, yeni bir soluk getirecek.Ahmet Ümit
Yavuz Yaman, Narkotik Şube’nin gözü pek komiseri! Uyuşturucuyu yeryüzünden silmeye ant içtiğinden beri onu satanların azılı düşmanı. Bağımlıların kurtulması için canını dişine takan bir polis. Ne uyuşturucu kaçakçılarının ne de kullananların bitmeyeceğini bilse de kurtarılan her hayatın, altından daha değerli olduğuna yürekten inanan, adam gibi adam.
Bu uğurda zaman zaman biricik aşkı, karısıyla bile ters düşen bir baba. Fiyakası naylon olanları hapse, umutlu olduklarını gönlüne gönderen bir kahraman…
Yavuz Yaman ve ekip arkadaşlarının maceralarını okurken İstanbul’un göbeğinde narkotik olayların nasıl döndüğüne inanamayacaksınız!
Roberta Rich’in Venedik’te Bir Yahudi kitabının aşk dolu kahramanları Hanna ve Isaac Levy, Venedik’ten sürgün edilince Kostantiniyye’de yeni bir hayat kurarlar. Isaac ipek kumaşlar üretirken Hanna’nın ebelik konusundaki namı Sultan 3. Murad’ın görkemli haremine kadar ulaşır. Ancak güzel kızlar kadar entrikalarla da dolu bu haremde yaşanacaklar, Hanna’nın hayatını ya kurtaracak ya da söndürecektir.
Ansızın saraya çağrılarak padişahın yeni gözdesini muayene etmesi istenen Hanna, masum bir genç kızın hayatıyla kendi hayatı arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır. Hanna, kocasının aşkı sayesinde her şeyin üstesinden gelebileceğini düşünürken Venedik’ten gelen sürpriz bir misafir, saray entrikalarını aratmayacak sinsi planlarıyla ortaya çıkar.
Roma’daki Yahudi mahallesinden Kostantiniyye’nin gürültülü sokaklarına ve Sultan 3. Murad’ın şatafatlı haremine uzanan bu baharat kokulu yolculukta, Hanna ve Isaac’ın yaşadıklarını bir solukta okuyacaksınız.
“Zengin ayrıntılara sahip bir tarihi roman.”
- Elle Dergisi
"Uzaklara gitmek, beni üzen her şeyi, herkesi ardımda bırakmak istiyorum… Fakat biliyorum ki kafa aynı kafa, ruh aynı ruh, kalp aynı kalp… Ne yaparsam yapayım benden farklı bir ben çıkmayacak ortaya."
Bazen gitmek, düşünmeyi bırakıp gitmek gerek… Sadece gitmek. Hesapsızca… Yolun nereye varacağını bilmeden, bilinmeyene doğru yol almak gerek…
Kaçımız gitmeyi; her şeyi, herkesi geride bırakıp bir daha dönmemek üzere kaçmayı başardı bu hayatta? Kaçımız karalanmış defter misali hayatında beyaz bir sayfa açabildi? Ve kaçımız geçmişin tüm ağırlığını terk ettiği şehirde bırakabildi?
Özgür Aras son kitabı Gitmek Gerek Bazen ile acı aşklarla yoğrulsa da kalplerin bir gün iyileşebileceğine dair cesaret yüklü bir aşk hikayesi anlatıyor. Çünkü gerçek aşklar ancak kırık kalplerde filizlenir...
Pia Grazdani, nanoteknoloji konusunda araştırmalar yapan Nano adlı bir şirkette çalışmaktadır. İşine bağlı, genç ve güzel bir kadındır.
Bir gün dağ yolunda koşu yaparken, yerde yatan Çinli bir adam görür. Adamın kalbi durmuştur. Pia hemen kalp masajına başlar ve ambulans çağırır. Ancak adam aniden kendine gelir. Üstelik gayet de sağlıklıdır. Gelen ambulansa binmeyi reddedince, Pia onu bir şekilde ikna eder ve onunla birlikte hastaneye gider. Ne var ki çok geçmeden Nano’nun üst düzey yöneticilerinden biri, özel korumalar eşliğinde hastaneyi basar, alınan kan örneklerine el koyar ve Çinli adamı apar topar hastaneden çıkarır. Bu tuhaf durumdan şüphelenen Pia, çalıştığı şirket hakkında daha fazla şey öğrenmeye karar verir. Ancak karşılaşacağı gerçekler onu dehşete düşürmekle kalmayacak, hayatını da tehlikeye sokacaktır.
Tıbbi gerilimin öncü ismi Robin Cook, Denek ile tıp teknolojilerinde çığır açmak için ahlak ilkelerini hiçe sayan, acımasız ve hırslı şirketlerin yüksek güvenlikli kapılarını aralıyor.
Nefes kesen, uyku kaçıran, müthiş bir gerilim.
Bir zamanlar Hector adında, halinden pek memnun olmayan genç bir psikiyatr vardı. Hector ne yaparsa yapsın danışanlarının mutsuzluk halinin devam ettiğini görünce kendisi de mutsuz oldu.
Bu yüzden Hector dünyanın dört bir köşesini gezmeye ve mutluluğun gerçek kaynağını keşfetmeye karar verdi. Neden çoğu zaman, kendi hayatımızın değerini bilmeden, daha mutlu bir yaşantının hayalini kurarız? Mutluluğu başarıda mı, yoksa başkalarıyla olan ilişkilerimizde mi buluruz? Mutluluk şartlara mı bağlıdır, yoksa olaylara bakış açısına mı? En önemlisi de, mutluluk bir amaç mıdır?
Pek çok macera ve şaşırtıcı karşılaşmanın ardından, Hector bu sorulara düzgün yanıtlar bulmayı başaracak mı?Bir seyahatname ile büyüklere bir masal arası bu öykü, kuşkularımızla mutluluğa duyduğumuz açlığa, sevecen ve neşeli bir psikiyatrın gözünden bakıp mutluluğa giden yolun 23 adımında bizlere rehberlik ediyor.
Kitap satın almak için bizi tercih etmenizin bir çok nedeni olabilir. 93 yıldır kitap sektöründe sizlere hizmet veriyoruz ve vermeye devam edeceğiz. En çok satan ve yeni çıkan kitapların yanı sıra tüm kitapları sizlere ulaştırıyoruz. Kitap okurlarına en iyi hizmeti ve en ucuz fiyata sunuyoruz. İndirimli Kitap almak için doğru adrestesiniz. Kapıda ödeme imkanı ve kredi kartına vade farksız 6 taksit imkanı ile hızlıca kitap siparişi verebilirsiniz. %50'ye varan indirimlerle ucuz kitap siparişi vermek için en doğru adres olmaya devam ediyoruz.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.