Cenk anasının karnında başlamıştı her şeye sinir olmaya. Bu devirde hala yaşanan çağ dışı olaylar, sağlık sorunları, boş vaatler, tırmanan enflasyon, eğitimdeki çarpıklıklar, şiddet, laubalilik, magandalık, üç kağıtçılık ve daha pek çok şey Cenk Cengaver’i sinir ediyordu. Cenk bebekti, çocuk oldu. Büyüdü erkek oldu. Ve sinir olduğu şeyler azalacağına çoğaldı. Oysa aşkı yaşamak, aşkın dalgalarıyla boğuşmak, sevdanın rüzgarlarıyla savrulmak, cinselliğin derinlerinde kaybolmak isterdi Cenk. Aşk yağmurları üzerine yağmalı, şehvet rüzgarları onu önüne katmalı, hatta "Richter" ölçeği yüksek depremler yaşamalıydı. Jeolojik-pardon-seksolojik açıdan kızların hizmetindeydi! Yıllardır enerji birikimi fazla olduğundan "gerilmişti!" Kızları iyi "tetikliyordu!" Kızlara göre Cenk’in "öncü ve artçı şokları" acayip yakıcıydı. "Aletsel büyüklüğü" de kızlar arasında revaçtaydı! Pekiii, hayatın karmaşası içinde bunları yaşayabildi mi Cenk Cengaver?
"Dünyamı artık ilaçlı olarak seyrediyorum; kanıma zehrini katan bir iğne veya bir tutam toz beni bir masal âlemine sürükleyip götürmüştü. Tamamen yaşadığıma kani değildim, hayatla ölüm arasında, sanki, bir araf geçidindeydim, alnıma yazılmış olan devrimi iradesizce ikmale çalışıyordum. Bundan ötesi ya sonsuz bir aydınlık, ya tükenmez bir karanlık olacaktı. Hangisine düşeceğimi bilmediğimden halin devamını istiyor, karar almaktan korkuyordum. Kendiliğimden yapacağım en küçük bir hareket ve göstereceğim bir ufacık irade Zeliha’yı benden kaçırabilecekti..." Türk edebiyatının usta kalemi Refik Halid Karay, bir gemi seyahati sırasında başlayıp uçsuz bucaksız Suriye çöllerinde devam eden gizemli bir aşkı anlatıyor. Yezidilik hakkında detaylı bilgileri de konu alan Yezidin Kızı, pek aşina olunmayan gerçeklerin üzerine örülmüş sürükleyici ve egzotik bir hikâye.
"Ne temiz, ne güzel görünüyor bu su, billur gibi. Halbuki mikrop yuvasıdır, tifo geçirir insana, öyle mundardır ki! Ben de öyleyim, temiz, güzel görünen bir Kaa suyu kadar mikroplu, murdarım. Serinletecek sanılırım, içeni kırk derece ateşle yakarım." "Gir yatağına, üstünü örteyim, uyumaya çalış." "Bir kadeh konyak ver, şişe ile kadehler ortada. Sen de iç, bir daha öyle konyağı nerede bulacaksın? Zaten ölüm günlerimiz yaklaştı, sen çölde vurulup gideceksin, ben bir topun yıkacağı şu evin enkazı altında kalacağım, hurdahaş olacağım. Belki de bu, beraber içeceğimiz sonuncu kadeh!’" Refik Halid Karay, aşkı, tutkuyu, sevgiyi, nefreti, yalanı ve güvensizliği harmanladığı Sonuncu Kadeh’te, emsaline az rastlanan bir âşıklık hikâyesini anlatırken, aşkın tüm hayatı etkileyen ve iç acıtan yönünü de usta anlatımıyla dile getiriyor.
Sanki,’ diyorum. ‘İki cisimli bir tek kadın bu! İkizlerden daha ikiz. Zira yalnız vücutları değil, karakterleri de aynı. Tek ruhlu, iki cisimli bir mahluk karşısındayım. O tabiat harikası cisminin birini kaybetti; öteki duruyor, dünyanın başka bir köşesinde yaşamasına devam etmektedir.’ Uzun yıllar Afrika’nın en uzak noktalarında yaşayıp yurduna dönmüş olan Reha, Abant’a seyahati sırasında bir kadınla karşılaşır. Bu kadın, Reha’nın hayatında önceyi ve sonrayı birbirine bağlayan bir köprü olacaktır. Refik Halid Karay, heyecanın eksilmediği İki Cisimli Kadın’da okuyucusunu adeta olayların içine dahil ediyor ve kuvvetli betimlemeleriyle içinden çıkılması zor bir gerçekliğe götürüyor.
"Yusuf susuyor, fakat Binnur’u baştan aşağıya saran hayran bakışıyla ona cevap vermiş oluyordu; gözleriyle diyordu ki: ‘Bir daha göremeyeceğimi bildiğim sevgiliyi ömür boyunca hatırası canlı kalması için zihnime hakketmek lazım. Yüzünüzü daha uzun seyretmek, sesinizi daha çok dinlemek ihtiyacındayım. Yürüyüşünüzü, gülüşünüzü, endamınızın ahengini, gözlerinizin renk değişikliğini, her şeyi zapt etmeliyim. Ta ki ıssız bir dağ tepesinde yaşayan bu adam hayatını onlarla süsleyebilsin, onlarla tek hurili bir hayal cenneti kursun.’ Binnur, belki de hiç öyle olmadığı halde âşığının uzun, meftun bakışında bunları okudu. Dinlemişçesine haz duydu, haz ve arzu!" Karlı Dağdaki Ateş, genç ve güzel bir kız olan Binnur ile orta yaşlardaki Yusuf’un birdenbire alevlenen, cesur ve tutku dolu aşkını anlatıyor. Aşkın engel tanımazlığını ve çılgınlığını kaleme alan Refik Halid Karay, kusursuz Türkçesi ve eşsiz karakter tahlilleriyle unutulmaz bir esere daha imza atıyor.
"Bahçıvan demir kapının iki kanadını açmıştı; çamurlukları hasırdan, üzeri tenteli ada tarzı araba birden içeriye büküldü; kira arabalarına kapı açılmazdı. Fakat Prenses’in misafirine hürmet olarak bahçede yarı yola kadar geldiğini gören arabacı, arabayı tam ev sahibesinin hizasında durdurdu. İşte Şeyh! Uzun boylu, sivri sakallı, sırtında karyağdılı bir geniş pardösü, başında gri renkte fötr şapka, şık bir adamdı bu... Arabadan derhal genç bir hareketle atladı; şapkası elinde koştu, Prenses’in elini filmlerde gördüğü, hoşlandığı şekilde, zarifçesine eğilerek hürmetle öptü." -Refik Halid Karay- Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından başlayarak çok tartışılmış, zaman zaman istismar edilmiş, yasaklanmış, ancak günümüze kadar var olmayı sürdürmüş bir olguya Kadınlar Tekkesi’ndeki edebi anlatım ustalığıyla dikkatimizi çeken Refik Halid Karay, romanın temasıyla da "aşk" ve "âşık"lık üzerine düşünmemizi sağlıyor.
"‘Denizatı şuracıkta harem kurmuş. Raca kesilmiştir, yoksam Nebab olmuş, Ağa Han’ın halefliğine geçmiştir? Körpe yeğenlerini bir bir dansa sokup kalçalarını ellemekten hiç arlanmaz. Yanakbeyanak sürtünür, o karnaval balonu karı da oturup seyreder, ‘Nedir bu kepazelik!’ diye kızına sualde bulunmaz’ ‘Hepsi görgüsüzlük, bilgisizlik, para şımarıklığı, bir yaşantıdan öbürüne çarçabuk, kural ve yöntemini öğrenmeden geçişin sonucu, Allah birdenbire bağışta bulunmuş işte! Taş atıp da kolları mı yoruluyor? Ekmek elden, su gölden! Çalışan köylü, veren toprak, koruyan hükümet, kazanan da büyük toprak sahipleri! Cahilcesine, kültürsüzcesine, ne yaptıklarının farkında olmadan yiyorlar.’" Türkçeyi en iyi kullanan yazarlarımızdan Refik Halid Karay, kırsal kesimden şehre gelerek bilinçsiz bir savurganlıkla yaşayan, zengin Duranbeyli ailesinin şehir hayatına olan yabancılığını, bu yabancılığı maddi imkânları sayesinde gizleme çabalarını ve ailenin güzel gelini Ferhan’ın aile içinde yaşadığı uyumsuzluğu derin karakter tahlilleriyle sinema filmi tadında anlatıyor.
"...Gözlerini ta içinden, iyice gördü. Geceleyin denizlerin derinliği gibi hem kapkaraydı, hem de yine o derinlik gibi siyah ve nemli bir nurla parlıyor; koyuluğu, kuytuluğu gönlüne latif bir uyku başlangıcı gibi rahatlık duyuruyordu. Bu gözler dinlendirici, yumuşak ve bir yaz ikindisinde panjurları indirilmiş bir oda kadar sükûnet vericiydi: İnsana temiz bir yatağa uzanmak, tatlı düşüncelere dalmak, güzel şiirler ve besteler dinlemek, çiçekler koklamak ve teması zevkli bir şeyler okşamak arzusu veriyordu." Refik Halid Karay, 1950’lerin başında, Arabistan’da Türk Konsolosluğu’na atanan bir kâtibin eşi olan Nurper’i ve onun cazibesine kapılan farklı karakterlerin iç dünyalarını dönemin yerel ve sosyal yaşantısından renkli kesitler vererek anlatıyor. Dişi Örümcek, kadın erkek ilişkilerinin ve tarafların birbirlerine karşı bakış açılarının irdelendiği, güven, hırs, aşk, tutku ve nefret temalarının işlendiği, sinema filmi tadında sürükleyici bir roman...
"Yıldızlı, bulutsuz, durgun bir gece; adeta bir yaz gecesi; ağustos böceklerinin sesi eksik... Yarın bu saatte artık ikisinin de yeri, birbirine kavuşması ihtimali olmayan ayrı bir hattın üzerindedir; belki mesafe itibarıyla uzak bulunmayacaklardır; fakat aralarındaki sahayı dar bile olsa ayıran şey düşmanlıktır, silahtır, ölümdür, bir harp cephesidir." Amanoslar’ın eteklerinde Fransız işgaline direnen Türk çete reisiyle bir Rus prensesi Refik Halid Karay’ın ustalıklı kurgusunda buluşuyor, vatan sevgisiyle sarmalanmış bir aşkın kahramanlarına dönüşüyor.
"Hani, ilk gün otomobilin kapı tarafına büzülerek, dimdik, acemi ve ürkek, yarı ayakta duran Ayşen nerede? ‘İsterseniz Ayşe olurum,’ diyen, gözleri dolan, Düzceli kız gitmiş, yerine bu gelmiş. Bu? Rüştü’yü, Faruk Senai’yi, Mister Thomas’ı, milyonerleri emir kulu vaziyetine sokan şu durgun, duygusuz fettan..." Bugünün Saraylısı, kendi halinde ve orta yaşını geçmiş olan Ata Efendi’nin Gedikpaşa’daki mütevazı evine, ilk defa göreceği yeğeninin gelmesiyle başlayan, saklı bir aşkın hikâyesini anlatıyor. Refik Halid Karay, karakterlerin iç çatışmalarını, gizli kalan duygularını, çıkar hesaplarını ve tutkularını titizlikle kaleme alarak, dönemden portreler ve mekânlarla bizleri 1940’lı yılların İstanbul’unda yaşanan bir aşkın derinliklerine taşıyor.
"Halbuki Şeker bayramlarına bayılırdım! Gözlerimi açar açmaz, hususî olarak benim içinyaptırılan şekerleme kutusunu elime uzatırlardı. Bu, ya kadife kaplı, sırma şeritli, yahut ta atlas üstüne yağlı boya resimli, cici, nefis, şık bir şeydi. Sarı, parlak madenden mini mini bir anahtarı, saat kurulacağı kadar da küçük bir kilidi vardı." -Refik Halid Karay- "Yakup Kadri’nin ‘Kalemi de tebüssümü kadar iğneli bir edip’ dediği Refik Halid’in yapıtları keskin zekâsı, nükteci kişiliği ve kıvrak üslubuyla Türk edebiyatında bir dönemeç oluşturmaktadır." -Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi-
"Kendisini öldürmesi için eline verdiğim tabancayı göğsüme çevirdi. Horozun kalktığını, topun döndüğünü gördüm, görmedim belki; sesini işittiğim için görmüş gibi oldum ve galiba gülümsedim. Öyle bir anda gülümsemek mümkün müdür? Ölümü bekliyor, ölüme can mı atıyordum? Hayır! Ben bu ihtiyatsızlığı yapacak ahmaklardan değilim. Tetik indi, fakat tabanca patlamadı. Bir daha, bir daha indi, gene patlama yok! Sofra bezinin altına başlangıçta sakladığım Beretta’yı kaptığım gibi bir lahzada onun göğsüne çeviren şimdi benim." İstanbul’da, mehtaplı bir yaz akşamı, sahilde bir cinayet işlenir. Cinayet yerinin hemen yakınında evleri bulunan Rıdvan ve Rayiha’nın hayatı o akşamdan sonra eskisi gibi olmayacaktır... Bu cinayet sonrasında yaşanan olayları kaleme alan Refik Halid Karay, insan davranışlarının değişkenliğini ve çeşitliliğini irdelediği sürükleyici bir romanla okuyucusunun karşısına çıkıyor.
Tanrı Misafiri; Reşat Nuri Güntekin’in, Türkiye toplumunun her kesiminden eşsiz insan manzaralarını ustalıkla sunduğu hikayelerini kapsar. Hikayelerin adları bile yazarın geniş yelpazesi hakkında fikir vericidir: Tanrı Misafiri, Yaseminli Yuva, Deniz Banyosu, Münzevinin Esrarı, Yanakların Taksimi, Gece Ziyaretçileri, Su Çekme ve Bulaşık Yıkama, Şapka Duası, Bir Aile Meselesi, Medeni Gühanlar, Bir İstifa, Bir Centilmen, Porselen Çay İbriği, Hatıra Defteri, Kesatlık, Bir Modern Genç Kız, Sinema, Çocuk ve Sokak, Biçilmiş Kaftan, Bir Artist, Diplomasız Doktor, Hasta Çocuk, Bir Gümrük Kaçakçılığı.
Reşat Nuri Güntekin,1925 yılında yayımlanan Dudaktan Kalbe adlı romanında farklı sosyal çevrelerden gelen kahramanların yaşam biçimlerini ele alırken ,zaman zaman dönemin toplumsal ve siyasi yaşamına da ayna tutuyor. Gelenek ve göreneklerin tanıtımında ve kişilik canlandırımında son derece başarılı olan yazar, yalın ve gösterişsiz bir anlatımıyla ve temiz bir İstanbul Türkçesiyle geniş kitlelere seslenebiliyor. Ayrıca ilk romanı Çalıkuşu’nda olduğu gibi bu eserde de romanın kahramanlarının duygusal çalkantılarını ve mutsuz yaşam serüvenlerini ustalıkla aktarırken, okuyucuyu da İzmir’den Kütahya’ya, Bozyaka Bağları’ndan İstanbul’a Lamia ve Hüseyin Kenan’ın peşi sıra sürüklüyor adeta onların derin aşklarına tanıklık ettiriyor.
'Damga', Reşat Nuri Güntekin'in kısa romanlarından biri. Güntekin, çocukluk anılarının dile getirildiği eski İstanbul günlerini anlatıyor. Vedia'ya duyulan büyük aşkın, sonunda boş bir kuruntu nedeniyle umutsuzluğa dönüşmesini hüzünlenip severek okuyacaksınız. Özlenen bir evliliğin gerçekleşmemesi, büyük bir düş kırıklığına yolaçıyor.
Reşat Nuri Güntekin'in 1922 yılında ilk kez Vakit gazetesinde tetrika edilen en tanınmış eseridir. Fransız Lisesi mezunu gencecik, delişmen bir kız olan Feride'nin serüveni yaşadığı derin bir hayal kırıklığı sonrasında nişanlısını, ailesini İstanbul'da bırakarak Anadolu'nun küçük bir köyüne öğretmen olmasıyla başlar. Daha sonra bu köyü diğer kasabalar, şehirler izler. Önceleri her gittiği yerde Kurtuluş Savaşı'nın etkileri görülür, güç koşulların, sefaletin izlerine rastlanır. Sonraları farklı kültürden gelen genç, yalnız ve bağımsız bir kızın toplumsal yaşamdaki zorlukları, çalışan değer yargıları, karşısına dikilen çıkar ilişkileri, Feride'nin iç dünyasındaki fırtınalar ve derin yalnızlıkla iç içe geçerek okurun karşısına çıkar. Çalıkuşu, gerçekçi yönelimin ilk dönemlerinden olan bir başyapıttır.
Reşat Nuri Güntekin
1889'da İstanbul'da doğdu. Edebiyat Fakültesi'ni bitirdi. Liselerde öğretmenlik, müdürlük, Milli Eğitim Müfettişliği, Paris Kültür Ateşeliği yaptı. UNESCO'da Türkiye'yi temsil etti. Romanları, hikayeleri, tiyatro eserlerinin yanısıra çeşitli çevirileri de vardır.
“İsterdim ki, Türk yazarlarının bir tefrika halinde kuşaktan kuşağa uzayıp giden kahırlı öyküsüne çoktan bir ‘son’ sözcüğü yazılmış olsun. Ama bunu yazmak için bütün ömürlerini gerçek bir özgürlüğün savaşına adamış olan kalemler şimdiye dek ‘Devamı var’ı silemeden ayrıldılar dünyadan.”
88 yıllık yaşamında edebiyatın her alanında kaleme aldığı eserlerle silinmez bir iz bırakan usta yazar Çetin Altan’ın yaşamından derin izler taşıyan romanı Büyük Gözaltı, 1973’te Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazanmış ve birçok dile çevrilmiştir. Bir Fransız eleştirmene göre, “Kişisel bir serüvenin ötesinde, her çeşit baskıya özel bir eğilimi olan bir toplumun öyküsüdür. Türk toplumunun bunalımını saptayıp aktaran, toplumsal yönlerinin zenginliği ve roman mimarisinin sağlamlığı ile dikkat çeken bir eserdir bu.”
12 Mart sonrasında yayımlanan ilk 12 Mart romanı olma özelliği taşıyan Büyük Gözaltı, toplumdaki sindirilmişlik ve korkuyu derinlemesine işlemektedir.
"Sadece gecelere mahsus, sessiz, lakırdısız, hayaletlermiş gibi günahsız bir sevişme... Gündüzleri birbirlerini görüyorlar, karşılaşıyorlar. Fakat gündüzün buluşanlar sanki gecekiler değildir. Mazlum durgun, uzak, kayıtsız, güya benliğiyle yaptığı o şeyleri hatırlamıyor. Kız da öyle... İşini görüyor, işten başka bir şey üzerinde konuşmuyor. Daha doğrusu eskisi gibi yalnız, emirlere cevap veriyor." Bu, Bizim Hayatımız, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında, Mısır kapı kethüdası şair Hayret Efendi’nin torunu olan Mazlum Sami’nin gençlik yıllarında, konak hizmetlilerinden Hüsniye ile yaşadığı aşkı ve yıllar sonra tekrar bu aşkın peşine düşmesini konu alıyor. Refik Halid Karay, okuyucuyu romana dahil etmedeki ustalığı ile İstanbul’un günümüzde kaybolmuş konak hayatını, aşkı, pişmanlığı, yalnızlığı ve özlemi en yoğun biçimde yaşatıyor.
Yerli Roman - Öykü kategorisinin en önemli örneklerini sizler için bir araya getirdik. Ödüllü kitaplarında yer aldığı bu listeden istediğiniz yazarın istediğiniz kitabına hızlıca erişebilirsiniz.Kapıda ödeme imkanı ve kredi kartına vade farksız 6 taksit imkanı ile hızlıca kitap siparişi verebilirsiniz. %50'ye varan indirimlerle ucuz kitap siparişi vermek için en doğru adres olmaya devam ediyoruz.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.